
Çizgi Filmler
- 101-Dalmacyali (1)
- Aleks (1)
- Animasyon (33)
- Anime (54)
- Arabalar (2)
- Arı (1)
- Aslan-Kral (6)
- Asteriks (3)
- Avatar (12)
- Ayi Bernard (27)
- Bambi (2)
- Barbie (4)
- Basilisk (3)
- Batman (4)
- Bay-Merakli (14)
- Bebekler (1)
- Ben-10 (23)
- Ben-Ten (23)
- Bernard (1)
- Betmen (3)
- Beyblade (21)
- Bionicele (1)
- Bip-Biip (3)
- Bitirim-Karinca (2)
- Bleach (15)
- Bolth (1)
- Bratz (6)
- Bugs_Bany (28)
- Bugs-Bunny (22)
- Bunebu Sihirbaz (1)
- Buz-Devri-2 (7)
- Buz-Devri-3 (1)
- Caillou (12)
- Candy (7)
- Canli_TV (2)
- Cars (2)
- Cartoon-Network (28)
- Casper (8)
- Cedric (38)
- Cesur-Balik (2)
- ChalkZone (1)
- Cinderella (1)
- Cirkin-Ordek (1)
- Cizgi_Film_TV (34)
- Cizgi-Film-Fotograflari (37)
- Cizgi-Film-izle (736)
- Cizgi-Film-Kahramanlari (55)
- Cizgi-Film-Karakterleri (30)
- Cizgi-Film-Resimleri (59)
- Clementine (1)
- Çanakkale (1)
- Çılgın Dostlar (1)
- Çizgi film izle (10)
- Çocuk (7)
- Daffy Duck (4)
- Daltonlar (6)
- Demir-Adam (2)
- Dinazor (1)
- Dini-Çizgi-Film (21)
- Donald_Duck (2)
- Dora (6)
- Elif (2)
- Fare_Sehri (1)
- Fikra (39)
- Filistin (1)
- Foster (1)
- Garfield (5)
- Gazoon (1)
- Gonzales (1)
- Harbi-Tv (4)
- Hayalet_Casper (6)
- Hayalet-Avcilari (1)
- He-Man (4)
- Heathcliff (3)
- Horton (1)
- Hyper-Cron (1)
- i (1)
- iron-man (2)
- istanbul-fethi (3)
- İster Hamur İster Çamur (2)
- Japon çizgi film (4)
- Kahramanlar-Okulu (1)
- Karagoz-ve-Hacivat (15)
- Karakanat (1)
- Kayip-Dunyalar (1)
- Kayu (5)
- Kedi_ve_Fare (24)
- Keloglan (13)
- Kivi (1)
- Komik (36)
- Komik-Çizgi-Film (57)
- Komik-ve-Korkunc (9)
- Kostebek (1)
- Koyunlar (2)
- Kucuk-Kurbaga (7)
- Kukla (3)
- Kukla_show (3)
- Kung-Fu-Panda (2)
- Kurbaga (1)
- Kurtlar-Vadisi (2)
- Masal (20)
- Meraklı_Maymun (1)
- Mickey-Mouse (1)
- Mortal-Kombat (1)
- Naruto (1)
- Nasreddin_Hoca (50)
- Neseli-Ayaklar (2)
- Neseli-Dalgalar (1)
- Ninja (2)
- Ninja_Kaplumbagalar (9)
- Orman-Cetesi (4)
- Orumcek-Adam (20)
- Oyun (6)
- Pablo Bruno (1)
- Pembe-Panter (4)
- Penguen (6)
- Pingu (34)
- Pinokyo (1)
- Pokemon (22)
- Pororo (1)
- Power-girl (3)
- Pucca (14)
- Puka (13)
- Red-Kit (16)
- Robot (1)
- Samuray-Jack (1)
- Sandokan (28)
- Scooby_Doo (5)
- Seker-Kiz (5)
- Selena (1)
- Shrek (2)
- Simpsons (1)
- Sinema (12)
- Sirinler (19)
- Sizinkiler (1)
- Spiderman (17)
- Street-Fighter (2)
- Sunger Bob (29)
- Sünger-Bob (7)
- Süpermen (1)
- Sylvester (3)
- Tarcin_ve_Arkadaslari (8)
- Taş Devri (3)
- Tavsan (17)
- Tazmanya Canavarı (4)
- Tiger-ve-Pooh (2)
- Tinkerbell (2)
- Tiny_Toons (1)
- Tom_ve_Jerry (31)
- Tontonlar (1)
- TRT_Cocuk (1)
- Tusubasa (1)
- Twetty (3)
- Twetty-Sylvester (3)
- Voltron (3)
- Yu-Gi-Oh (10)
- yumurcak_tv (2)
- Yumurta_Kafa (1)
Tavsiye Et
Çarşamba, Nisan 08, 2009
Masal: Kara Tren
Baron
Kara Tren
Evvel zaman içinde bir orman varmış. Bu ormanın kenarından tren yolu geçermiş. Her gün bir tren kasabadan kente giderken bu ormanın yamacından geçermiş. Ormandaki hayvanlar treni çok severlermiş. Tren ormanın kenarına gelince düdüğünü öttürür haber verirmiş: Düüüüüütt!.. O zaman hayvanlar ormanın kenarına koşarlarmış. Tavşanlar, sincaplar kulaklarını sallayarak onu selamlarmış. Çiçekler bile başlarını sallar, kuşlar onunla yarışırlarmış. Trende keyifli keyifli çuf, çuf çuf çuf eder, puf puf puf diye dumanını çıkararak geçer gidermiş.
Bir gün kara karga, “Aman bıktım bu trenin sesinden” diye gecirmis icinden. Kargaların kendi sesleri çirkin olduğu için olacak, trenin sesini, güzel düdüğünü sevmemiş bizim kara karga. Sonra da gidip trene şöyle demiş: “Biz senin sesini sevmiyoruz öttürüp durma.”Tren bu işe çok üzülmüş. “Beni seviyorlar sanıyordum” demiş. Ertesi günü ormanın kenarına varınca her zamanki gibi düdük çalacakmış, ama karganın söyledikleri aklına gelince `düt` demiş kesmiş düdüğü. Sonra da kimse duymasın diye çok, ama çok yavaş geçmiş gitmiş: Çuf, çuf, çuf, puuuuff… dumandan anlamış ormandakiler trenin geçtiğini hemen koşmuşlar ama yetişememişler. Tren o kadar yavaş gitmiş ki kente geç gelmiş. Makinistler merak etmişler. Acaba bir arıza mı var diye. Oysa tren yavaş gittiği için gecikmiş.Ertesi gün tren ormanın kenarına gelince düdüğünü hiç çalmamış. Sonra da “düdük çalmadan, ormandakileri görmeden ne diye gideyim, hiç gitmem” demiş. Orada durmuş kalmış. Kentte beklemişler. Tren gelmemiş. Makinistler “Dünden belli oluyordu, arıza yaptı herhalde” demişler. Yeni bir lokomotif çıkarmışlar ve treni kasabaya geri çekmişler. Ertesi gün trene bakmaya karar vermişler.Bu sırada ormandakiler toplanıp aralarında konuşmuşlar. Treni özledik ne yapsak, diye düşünmüşler. Kuşlar ağlamışlar. Bize darıldı diye üzülüyorlarmış. Kara karga olanları görünce yaptığı yanlışı anlamış. “Sanırım siz seviyordunuz. Oysa ben ötmemesini söyledim. Ama üzülmeyin gider kendim anlatırım.” demiş ve ormanda herkes seni çok seviyor ve sen geçmediğin için üzülüyorlar.Kara tren bunu duyunca çok sevinmiş. “Yarın geleceğim git söyle” demiş.Ertesi gün makinistler gelmişler. Trende hiçbir arıza bulamamışlar. Çok şaşırmışlar. Yağlanması gerektiğini düşünmüşler. Treni bir güzel yağlamışlar. Sonra da yola çıkarmışlar. Tren koşa koşa ormana gelmiş. Gelince de uzun bir düdük çalmış. Düüüüüüüüüü…üüüüüü…..üüüüüüüt. Sincaplar, tavşanlar, kuşlar koşmuşlar trene, trende gene çuf çuf çuf, diye keyifle giderken puf puf puf, diye dumanını taa göklere salmış. O gün kente tam vaktinde varmış ve bir daha hiç bozulmamış.
Evvel zaman içinde bir orman varmış. Bu ormanın kenarından tren yolu geçermiş. Her gün bir tren kasabadan kente giderken bu ormanın yamacından geçermiş. Ormandaki hayvanlar treni çok severlermiş. Tren ormanın kenarına gelince düdüğünü öttürür haber verirmiş: Düüüüüütt!.. O zaman hayvanlar ormanın kenarına koşarlarmış. Tavşanlar, sincaplar kulaklarını sallayarak onu selamlarmış. Çiçekler bile başlarını sallar, kuşlar onunla yarışırlarmış. Trende keyifli keyifli çuf, çuf çuf çuf eder, puf puf puf diye dumanını çıkararak geçer gidermiş.
Bir gün kara karga, “Aman bıktım bu trenin sesinden” diye gecirmis icinden. Kargaların kendi sesleri çirkin olduğu için olacak, trenin sesini, güzel düdüğünü sevmemiş bizim kara karga. Sonra da gidip trene şöyle demiş: “Biz senin sesini sevmiyoruz öttürüp durma.”Tren bu işe çok üzülmüş. “Beni seviyorlar sanıyordum” demiş. Ertesi günü ormanın kenarına varınca her zamanki gibi düdük çalacakmış, ama karganın söyledikleri aklına gelince `düt` demiş kesmiş düdüğü. Sonra da kimse duymasın diye çok, ama çok yavaş geçmiş gitmiş: Çuf, çuf, çuf, puuuuff… dumandan anlamış ormandakiler trenin geçtiğini hemen koşmuşlar ama yetişememişler. Tren o kadar yavaş gitmiş ki kente geç gelmiş. Makinistler merak etmişler. Acaba bir arıza mı var diye. Oysa tren yavaş gittiği için gecikmiş.Ertesi gün tren ormanın kenarına gelince düdüğünü hiç çalmamış. Sonra da “düdük çalmadan, ormandakileri görmeden ne diye gideyim, hiç gitmem” demiş. Orada durmuş kalmış. Kentte beklemişler. Tren gelmemiş. Makinistler “Dünden belli oluyordu, arıza yaptı herhalde” demişler. Yeni bir lokomotif çıkarmışlar ve treni kasabaya geri çekmişler. Ertesi gün trene bakmaya karar vermişler.Bu sırada ormandakiler toplanıp aralarında konuşmuşlar. Treni özledik ne yapsak, diye düşünmüşler. Kuşlar ağlamışlar. Bize darıldı diye üzülüyorlarmış. Kara karga olanları görünce yaptığı yanlışı anlamış. “Sanırım siz seviyordunuz. Oysa ben ötmemesini söyledim. Ama üzülmeyin gider kendim anlatırım.” demiş ve ormanda herkes seni çok seviyor ve sen geçmediğin için üzülüyorlar.Kara tren bunu duyunca çok sevinmiş. “Yarın geleceğim git söyle” demiş.Ertesi gün makinistler gelmişler. Trende hiçbir arıza bulamamışlar. Çok şaşırmışlar. Yağlanması gerektiğini düşünmüşler. Treni bir güzel yağlamışlar. Sonra da yola çıkarmışlar. Tren koşa koşa ormana gelmiş. Gelince de uzun bir düdük çalmış. Düüüüüüüüüü…üüüüüü…..üüüüüüüt. Sincaplar, tavşanlar, kuşlar koşmuşlar trene, trende gene çuf çuf çuf, diye keyifle giderken puf puf puf, diye dumanını taa göklere salmış. O gün kente tam vaktinde varmış ve bir daha hiç bozulmamış.
Çarşamba, Nisan 08, 2009
Kibritçi Kız
Bir yılbaşı gecesiydi. Dondurucu, kavurucu bir soğuk vardı. Yoldan geçenler paltolarının yakasını kaldırmışlar, atkılarına bürünmüşler, hızlı hızlı yürüyorlardı. Kimi evine geç kalmış, acele ediyor, kimi bir eğlence yerine gidiyordu.
Çocuklar koşuyorlar, birbirlerine kartopu atıyorlardı. Gecenin zevkini en çok onlar çıkarıyorlardı. Kahkahalarla gülüyorlar, sevinçle haykırıyorlardı.
Yalnız bir çocuk vardı ki gelip geçenler onun farkında değillerdi. Ufak bir kız çoçuğu. Başı açık, elbisesi yama içinde, yoksul bir kızcağız. Bir kapının önüne büzülmüş, çıplak ayaklarını altına almıştı. Soğuktan morarmış tir tir titriyordu. Üzerinde oturduğu taş basamakta buz gibiydi.
Yavrucağız da sanki donmuş, bir buz parçası kesilmişti.
Geniş bir mukavva kutunun içine sıralanmış kibrit kutularına bakarken gözleri yaşarıyordu.
Evet, bu bir kibritçi kızdı. O gün bir tek kutu kibrit bile satamamıştı. Satsa, bir kaç kuruş para kazansa, kalkıp evine gider, annesiyle birlikte hiç olmazsa bir kase sıcak çorba içerdi. Gidemiyordu, çünkü o gün hiç kibrit satamadığını annesine söylemekten çekiniyordu. Soğuktan, üzüntüsünden titreyen kısık,incecik sesiyle “Kibrit var, kibrit”diye bağırıyordu. Sokaktan geçenlerin hiçbiri başını çevirip bakmıyordu…
Ah hiç olmazsa ayaklarında terlikleri olsaydı! Biraz önce, sokak sokak dolaşırken, hızla geçen bir arabanın önünden kaçmış, kaçarken terlikleri ayağından fırlamıştı.
Karşı kaldırıma geçtikten sonra, dönüp bakmış hınzır bir çocuğun terlikleri kapıp kaçtığını görmüştü. Arkasından seslenmişti ama, çocuk alaylı alaylı seslenerek koşa koşa uzaklaşmıştı.
Kibritçi kız bunun üzerine bir kapının girintisine sığınmış, oracığa kıvrılıp oturmuştu.
Parmakları donmuş, sızlamaya başlamıştı. Kızcağız bu acıya dayanamadı, kutulardan birini açıp bir kibrit çıkardı. Parmakları uyuşmuştu, kibrit çöpünü elinde güçlükle tutuyordu. Eli titreye titreye çöpü duvara sürttü. Kibrit birden alev aldı; tatlı, yumuşacık, turuncu bir alev.
Zavallı kız, kibriti bir elinden öbür eline geçirerek, parmaklarını ısıttı. İçi de ısınmıştı. Sanki gürül gürül yanan bir ocağın karşısındaydı. Gözleri aleve dikilmiş, düşlere dalmıştı: Güzel bir odada, büyük bir ocağın karşısında oturuyordu. Arkasında kalın bir yünlü hırka, ayaklarında kürklü terlikler vardı.
Isınmış, terlemeye bile başlamıştı… Derken kibrit sönüverdi. Kibritin sönmesiyle, o tatlı düşlerde sona ermişti. Kızcağızın parmakları yeniden donmaya, sızlamaya başlamıştı.
Bir kibrit daha yaktı. Bu sırada soğuk bir rüzgar esti. Kız kibrit sönmesin diye, duvardan yana döndü. Öbür elini aleve siper etti. Aleve bakarken, karşısındaki duvar sanki eridi, birden açıldı, içerisi göründü. İçeride geniş bir oda vardı. Kar gibi bembeyaz örtü yayılmış bir masanın üzerine tabak tabak yiyecekler dizilmişti. Sofrada gümüş şamdanlar yanıyor, odayı gündüz gibi aydınlatıyordu. Kızcağız’ın gözleri sofranın ortasında, büyük bir tabağa konulmuş, nar gibi kıpkırmızı kaz kızartmasına dikilmişti. Ağzı sulandı. Elini oraya doğru uzattı. Kibrit yana yana sonuna gelmişti, parmağını yakıyordu. Kızcağız çöpü yere atıverdi. Atmasıyla birlikte, yılbaşı sofrası siliniverdi, gözlerinin önüne taş duvar yeniden dikildi.
Üçüncü kibrit daha fazla düşler yarattı:Bir yaz gecesi…Kibritçi Kız kırda bir ağacın altına oturmuş, yıldızlara bakıyor. Gece olduğu halde hava sıcak. Altındaki toprak, gündüz güneşten ısınmış, fırın gibi yanıyor… Küçük kız gözlerini yıldızlardan ayıramıyordu. Uzaktan uzağa gece kuşları ötüyor, kurbağalar bağrışıyordu.
Derken bir yıldız kaydı, gökyüzüne geniş bir yay çizerek uzaklaştı, söndü. Kızcağız: ‘işte, biri daha öldü’ diye mırıldandı. Bir gün, ninesi söylemişti: Her yıldız düştükçe yeryüzünden biri ölürmüş… Ninesini bir daha görebilmek için bir kibrit daha çaktı. Soğuktan kaskatı kesilmiş, beyni durmuştu. O şimdi sokak ortasında olduğunu unutmuş, düşler dünyasına dalmıştı. Kibritin alevinde yine ninesini görüyor, onun sesini işitir gibi oluyordu. İşte ninesi geliyordu. Lapa lapa yağan karların arasından bir melek gibi iniyordu… Geldi, geldi…Kollarını açtı, torununu kucakladı, aldı göklere doğru götürdü…
Ertesi sabah, yoldan geçenler, bir evin basamağında donmuş kalmış kızcağızın ölüsünü buldular. Yanı başında bir sürü boş kibrit kutusu vardı.
-Zavallı kız ısınmak için bütün kibritlerini yakmış dediler… Bu kibritlerin alevinde onun ne düşler gördüğünü bilemezlerdi ki.
Bir yılbaşı gecesiydi. Dondurucu, kavurucu bir soğuk vardı. Yoldan geçenler paltolarının yakasını kaldırmışlar, atkılarına bürünmüşler, hızlı hızlı yürüyorlardı. Kimi evine geç kalmış, acele ediyor, kimi bir eğlence yerine gidiyordu.
Çocuklar koşuyorlar, birbirlerine kartopu atıyorlardı. Gecenin zevkini en çok onlar çıkarıyorlardı. Kahkahalarla gülüyorlar, sevinçle haykırıyorlardı.
Yalnız bir çocuk vardı ki gelip geçenler onun farkında değillerdi. Ufak bir kız çoçuğu. Başı açık, elbisesi yama içinde, yoksul bir kızcağız. Bir kapının önüne büzülmüş, çıplak ayaklarını altına almıştı. Soğuktan morarmış tir tir titriyordu. Üzerinde oturduğu taş basamakta buz gibiydi.
Yavrucağız da sanki donmuş, bir buz parçası kesilmişti.
Geniş bir mukavva kutunun içine sıralanmış kibrit kutularına bakarken gözleri yaşarıyordu.
Evet, bu bir kibritçi kızdı. O gün bir tek kutu kibrit bile satamamıştı. Satsa, bir kaç kuruş para kazansa, kalkıp evine gider, annesiyle birlikte hiç olmazsa bir kase sıcak çorba içerdi. Gidemiyordu, çünkü o gün hiç kibrit satamadığını annesine söylemekten çekiniyordu. Soğuktan, üzüntüsünden titreyen kısık,incecik sesiyle “Kibrit var, kibrit”diye bağırıyordu. Sokaktan geçenlerin hiçbiri başını çevirip bakmıyordu…
Ah hiç olmazsa ayaklarında terlikleri olsaydı! Biraz önce, sokak sokak dolaşırken, hızla geçen bir arabanın önünden kaçmış, kaçarken terlikleri ayağından fırlamıştı.
Karşı kaldırıma geçtikten sonra, dönüp bakmış hınzır bir çocuğun terlikleri kapıp kaçtığını görmüştü. Arkasından seslenmişti ama, çocuk alaylı alaylı seslenerek koşa koşa uzaklaşmıştı.
Kibritçi kız bunun üzerine bir kapının girintisine sığınmış, oracığa kıvrılıp oturmuştu.
Parmakları donmuş, sızlamaya başlamıştı. Kızcağız bu acıya dayanamadı, kutulardan birini açıp bir kibrit çıkardı. Parmakları uyuşmuştu, kibrit çöpünü elinde güçlükle tutuyordu. Eli titreye titreye çöpü duvara sürttü. Kibrit birden alev aldı; tatlı, yumuşacık, turuncu bir alev.
Zavallı kız, kibriti bir elinden öbür eline geçirerek, parmaklarını ısıttı. İçi de ısınmıştı. Sanki gürül gürül yanan bir ocağın karşısındaydı. Gözleri aleve dikilmiş, düşlere dalmıştı: Güzel bir odada, büyük bir ocağın karşısında oturuyordu. Arkasında kalın bir yünlü hırka, ayaklarında kürklü terlikler vardı.
Isınmış, terlemeye bile başlamıştı… Derken kibrit sönüverdi. Kibritin sönmesiyle, o tatlı düşlerde sona ermişti. Kızcağızın parmakları yeniden donmaya, sızlamaya başlamıştı.
Bir kibrit daha yaktı. Bu sırada soğuk bir rüzgar esti. Kız kibrit sönmesin diye, duvardan yana döndü. Öbür elini aleve siper etti. Aleve bakarken, karşısındaki duvar sanki eridi, birden açıldı, içerisi göründü. İçeride geniş bir oda vardı. Kar gibi bembeyaz örtü yayılmış bir masanın üzerine tabak tabak yiyecekler dizilmişti. Sofrada gümüş şamdanlar yanıyor, odayı gündüz gibi aydınlatıyordu. Kızcağız’ın gözleri sofranın ortasında, büyük bir tabağa konulmuş, nar gibi kıpkırmızı kaz kızartmasına dikilmişti. Ağzı sulandı. Elini oraya doğru uzattı. Kibrit yana yana sonuna gelmişti, parmağını yakıyordu. Kızcağız çöpü yere atıverdi. Atmasıyla birlikte, yılbaşı sofrası siliniverdi, gözlerinin önüne taş duvar yeniden dikildi.
Üçüncü kibrit daha fazla düşler yarattı:Bir yaz gecesi…Kibritçi Kız kırda bir ağacın altına oturmuş, yıldızlara bakıyor. Gece olduğu halde hava sıcak. Altındaki toprak, gündüz güneşten ısınmış, fırın gibi yanıyor… Küçük kız gözlerini yıldızlardan ayıramıyordu. Uzaktan uzağa gece kuşları ötüyor, kurbağalar bağrışıyordu.
Derken bir yıldız kaydı, gökyüzüne geniş bir yay çizerek uzaklaştı, söndü. Kızcağız: ‘işte, biri daha öldü’ diye mırıldandı. Bir gün, ninesi söylemişti: Her yıldız düştükçe yeryüzünden biri ölürmüş… Ninesini bir daha görebilmek için bir kibrit daha çaktı. Soğuktan kaskatı kesilmiş, beyni durmuştu. O şimdi sokak ortasında olduğunu unutmuş, düşler dünyasına dalmıştı. Kibritin alevinde yine ninesini görüyor, onun sesini işitir gibi oluyordu. İşte ninesi geliyordu. Lapa lapa yağan karların arasından bir melek gibi iniyordu… Geldi, geldi…Kollarını açtı, torununu kucakladı, aldı göklere doğru götürdü…
Ertesi sabah, yoldan geçenler, bir evin basamağında donmuş kalmış kızcağızın ölüsünü buldular. Yanı başında bir sürü boş kibrit kutusu vardı.
-Zavallı kız ısınmak için bütün kibritlerini yakmış dediler… Bu kibritlerin alevinde onun ne düşler gördüğünü bilemezlerdi ki.
Çarşamba, Nisan 08, 2009
Yoksul Kunduracı
Eski zamanlarda, ülkenin birinde yoksul bir kunduracı ve karısı yaşarmış. Kunduracı çok yaşlandığı için artık eskisi gibi çalışamıyormuş. Kazandıkları para ancak karınlarını doyurmaya yetiyormuş.
Kunduracı, bir gece elinde kalan son deriyi de ertesi gün ayakkabı yapmak için hazırlayıp tezgahın üzerine koymuş. Yatmaya gitmiş.
Ertesi sabah her zamanki gibi erkenden kalkmış.
Tezgahın üzerine bakınca çok şaşırmış. Çünkü bir çift ayakkabı duruyormuş. Ayakkabılar öyle güzelmiş ki, müşterilerden biri bunları görünce çok beğenmiş.
Hemen satın almış. Yaşlı kunduracı kazandığı paralarla iki çift ayakkabı yapabilecek kadar deri satın almış.
Derileri o akşam yine ertesi gün ayakkabı yapmak üzere hazırlamış. Sabahleyin kalktığında bu kez iki çift ayakkabı bulmuş.
Dükkana gelen müşteriler ayakkabıları çok beğenip bol bol para vermişler.
Kunduracı bu durumdan çok memnunmuş. Artık pazara gidip yeterince deri alabilecekmiş.
O akşam yine derileri hazırlarken ertesi sabah ne göreceğini tahmin edebiliyormuş.
Gerçekten de düşündüğü gibi olmuş. Sabah kalktığında dört çift gıcır gıcır ayakkabı tezgahın üzerinde duruyormuş.
Günler böyle geçmeye başlamış.
Yoksul kunduracı artık geçim sıkıntısı çekmiyormuş. Kazandığı paralarla istediği kadar deri alabiliyormuş. Hatta bir miktar da para arttırıp gelecek günler için saklıyormuş.
Kunduracı bir gün karısına:
- Bu böyle olmayacak. Bize yardım edenlerin kim olduklarını mutlaka öğrenmemiz gerek. Bunun için bu gece saklanarak onları gözetleyeceğim, demiş.
Yine derileri hazırlayıp tezgahın üzerine bırakmış. Karısı da odanın aydınlanması için mum yakarak masanın üzerin koymuş.
Bütün hazırlıklar tamamlanınca karı koca odadaki dolabın içerisine girerek beklemeye başlamışlar.
Vakit gece yarısı olunca birden tıkırtılar duyulmaya başlamış. Kapı açılmış. Çok sevimli iki minik adam içeri girmişler.
Tezgahın yanına gelerek kunduracının bıraktığı derilerden ayakkabı yapmaya başlamışlar.
Karı koca hayretle onları izliyorlarmış. Cüceler işlerini bitirerek sabaha karşı gitmişler.
Ertesi gün kunduracı düşünmeye başlamış. Kendisini fakirlikten kurtaran bu adamlara teşekkür etmek istiyormuş, ama nasıl?
Akşam olunca karısına:
- En iyisi minik adamlar için güzel kıyafetler hazırlayalım, demiş.
Hemen işe koyulmuşlar. Onlar için minik elbiseler, ayakkabılar hazırlamışlar.
Ertesi gece kunduracı tezgahın üzerine kesilmiş deriler yerine hazırladıkları hediyeleri bırakmış.
Yine bir mum yakarak dolabın içine saklanmışlar.
Az sonra kapı açılmış. Minik adamlar tezgaha yaklaşınca kendileri için bırakılan hediyeleri fark etmişler.
Sevinçle dans etmeye başlamışlar. Sonra hoplaya zıplaya gitmişler. İki minik adam bir daha hiç görünmemişler.
Ama, kunduracı ile karısı, minik adamlar sayesinde kazandıkları parayla ömür boyu rahat yaşamışlar. Onları da hiç unutmamışlar.
Eski zamanlarda, ülkenin birinde yoksul bir kunduracı ve karısı yaşarmış. Kunduracı çok yaşlandığı için artık eskisi gibi çalışamıyormuş. Kazandıkları para ancak karınlarını doyurmaya yetiyormuş.
Kunduracı, bir gece elinde kalan son deriyi de ertesi gün ayakkabı yapmak için hazırlayıp tezgahın üzerine koymuş. Yatmaya gitmiş.
Ertesi sabah her zamanki gibi erkenden kalkmış.
Tezgahın üzerine bakınca çok şaşırmış. Çünkü bir çift ayakkabı duruyormuş. Ayakkabılar öyle güzelmiş ki, müşterilerden biri bunları görünce çok beğenmiş.
Hemen satın almış. Yaşlı kunduracı kazandığı paralarla iki çift ayakkabı yapabilecek kadar deri satın almış.
Derileri o akşam yine ertesi gün ayakkabı yapmak üzere hazırlamış. Sabahleyin kalktığında bu kez iki çift ayakkabı bulmuş.
Dükkana gelen müşteriler ayakkabıları çok beğenip bol bol para vermişler.
Kunduracı bu durumdan çok memnunmuş. Artık pazara gidip yeterince deri alabilecekmiş.
O akşam yine derileri hazırlarken ertesi sabah ne göreceğini tahmin edebiliyormuş.
Gerçekten de düşündüğü gibi olmuş. Sabah kalktığında dört çift gıcır gıcır ayakkabı tezgahın üzerinde duruyormuş.
Günler böyle geçmeye başlamış.
Yoksul kunduracı artık geçim sıkıntısı çekmiyormuş. Kazandığı paralarla istediği kadar deri alabiliyormuş. Hatta bir miktar da para arttırıp gelecek günler için saklıyormuş.
Kunduracı bir gün karısına:
- Bu böyle olmayacak. Bize yardım edenlerin kim olduklarını mutlaka öğrenmemiz gerek. Bunun için bu gece saklanarak onları gözetleyeceğim, demiş.
Yine derileri hazırlayıp tezgahın üzerine bırakmış. Karısı da odanın aydınlanması için mum yakarak masanın üzerin koymuş.
Bütün hazırlıklar tamamlanınca karı koca odadaki dolabın içerisine girerek beklemeye başlamışlar.
Vakit gece yarısı olunca birden tıkırtılar duyulmaya başlamış. Kapı açılmış. Çok sevimli iki minik adam içeri girmişler.
Tezgahın yanına gelerek kunduracının bıraktığı derilerden ayakkabı yapmaya başlamışlar.
Karı koca hayretle onları izliyorlarmış. Cüceler işlerini bitirerek sabaha karşı gitmişler.
Ertesi gün kunduracı düşünmeye başlamış. Kendisini fakirlikten kurtaran bu adamlara teşekkür etmek istiyormuş, ama nasıl?
Akşam olunca karısına:
- En iyisi minik adamlar için güzel kıyafetler hazırlayalım, demiş.
Hemen işe koyulmuşlar. Onlar için minik elbiseler, ayakkabılar hazırlamışlar.
Ertesi gece kunduracı tezgahın üzerine kesilmiş deriler yerine hazırladıkları hediyeleri bırakmış.
Yine bir mum yakarak dolabın içine saklanmışlar.
Az sonra kapı açılmış. Minik adamlar tezgaha yaklaşınca kendileri için bırakılan hediyeleri fark etmişler.
Sevinçle dans etmeye başlamışlar. Sonra hoplaya zıplaya gitmişler. İki minik adam bir daha hiç görünmemişler.
Ama, kunduracı ile karısı, minik adamlar sayesinde kazandıkları parayla ömür boyu rahat yaşamışlar. Onları da hiç unutmamışlar.
Çarşamba, Nisan 08, 2009
Sihirli Söz
Bir gün, küçük tay su içerken ayağı takılarak göle düşmüş. Yüzme bilmeyen küçük tay, bir dal parçasına tutunmuş. Eğer çırpınırsa sürükleneceğinden korkarak, etrafına seslenmeye başlamış:
“İmdat! Yardım edecek kimse yok mu?”
Sesi duyan tavşan, koşarak gelmiş. Küçük tayın zor durumda olduğunu görünce, ona yardım etmek istemiş. Ama yüzme bilmediğinden, göle girmeye korkmuş.
“Göle eğilip tüm gücümle seni karaya çekeceğim. Biraz uğraşırsam başarırım sanırım” demiş.
Tavşanın yardım edecek olması tayı çok mutlu etmiş. Tavşan uğraşmış ama başaramamış. Sesleri duyan alabalık gelerek, onlara yardım etmek istemiş. Ama karaya, tavşanın yanına çıkmaya çekinmiş. Çünkü ancak suda yaşayabiliyormuş:
“Ben de sana gölden destek vereyim. Böylece başarabiliriz” demiş.
Tavşan ve alabalığın uğraşmaları yine de bir sonuç vermemiş.
“Ben kuğuyu çağıracağım” demiş alabalık. “O çok güçlüdür.”
“Çağırırsan gelir mi?” diye sormuş küçük tay.
“O çok yardımseverdir. Mutlaka gelir” diyerek göle dalmış ve gözden kaybolmuş.
Çok geçmeden yanında kuğu ile dönmüş. Gerçekten de kuğu tavşana ve alabalığa göre büyük ve güçlü görünüyormuş. O da tayın sağ tarafına geçmiş ve tayı karaya çıkarmak için bir süre uğraşmışlar beraberce. Ama çabaları yine de sonuç vermemiş.
Bu sırada uçmakta olan güvercin ne yaptıklarını merak edip bir süre onları izlemiş:
“Arkadaşlar ne yapmaya çalışıyorsunuz?”
Zaten çok yorulmuş olan tavşan, alabalık ve kuğu bu soruya sinirlenmişler. Tay ise artık umudunu iyice kaybetmiş bir şekilde, güvercine cevap vermiş:
“Su içerken ayağım takıldı, göle düştüm. Kuğu, tavşan ve alabalık da beni kurtarmaya çalışıyorlar.”
“Ama böyle kurtaramazlar ki seni” demiş güvercin.
“Çok bilmiş seni. Ya nasıl kurtaracağız?” diye söylenmiş tavşan.
“Benim yardımımla” demiş güvercin.
“O nasıl olacak, sen de bizimle beraber itecek misin?” diye alaylı bir şekilde sormuş kuğu.
“Hayır. Sadece çok önemli bir sözcük söyleyeceğim.”
“Önemli bir sözcük mü?”
“Galiba büyülü bir söz biliyor güvercin” demiş tavşan küçümser bir ifadeyle.
“Evet belki de büyülüdür söyleyeceğim sözcük. Siz aranızda uyum olmadığı için boşuna uğraşıyorsunuz. Alabalık tayı denize çekiyor. Kuğu yukarı doğru itiyor. Tavşansa karaya çekiyor. Yani üçünüz de farklı bir yöne doğru gücünüzü harcıyorsunuz. Tabi bu yüzden de bir sonuç alamıyorsunuz. Gücünüzü aynı yöne yöneltirseniz, küçük tay kurtulur.”
Güvercin bunları söyledikten sonra “hoşçakalın” diyerek uzaklaşmış oradan.
Küçük tay gölden çıkarken dördü birden güvercinin ardından “güle güle” diye seslenmişler.
O sırada kendisini aramaya çıkan annesini fark eden küçük tay, ona doğru koşmuş ve olanları anlatmış.
Annesi yavrusunun arkadaşlarına teşekkür etmiş ve:
“Güvercinin kastettiği sözcük galiba ‘uyum’du” demiş.
Tavşan tek başına küçük tayı kurtaramadığına biraz üzülmüş, ama birlikte başarmanın tadını da aldığı için:
“Sadece uyum değil büyülü sözcük. Dostluk ve uyum” diye eklemiş.
Bir gün, küçük tay su içerken ayağı takılarak göle düşmüş. Yüzme bilmeyen küçük tay, bir dal parçasına tutunmuş. Eğer çırpınırsa sürükleneceğinden korkarak, etrafına seslenmeye başlamış:
“İmdat! Yardım edecek kimse yok mu?”
Sesi duyan tavşan, koşarak gelmiş. Küçük tayın zor durumda olduğunu görünce, ona yardım etmek istemiş. Ama yüzme bilmediğinden, göle girmeye korkmuş.
“Göle eğilip tüm gücümle seni karaya çekeceğim. Biraz uğraşırsam başarırım sanırım” demiş.
Tavşanın yardım edecek olması tayı çok mutlu etmiş. Tavşan uğraşmış ama başaramamış. Sesleri duyan alabalık gelerek, onlara yardım etmek istemiş. Ama karaya, tavşanın yanına çıkmaya çekinmiş. Çünkü ancak suda yaşayabiliyormuş:
“Ben de sana gölden destek vereyim. Böylece başarabiliriz” demiş.
Tavşan ve alabalığın uğraşmaları yine de bir sonuç vermemiş.
“Ben kuğuyu çağıracağım” demiş alabalık. “O çok güçlüdür.”
“Çağırırsan gelir mi?” diye sormuş küçük tay.
“O çok yardımseverdir. Mutlaka gelir” diyerek göle dalmış ve gözden kaybolmuş.
Çok geçmeden yanında kuğu ile dönmüş. Gerçekten de kuğu tavşana ve alabalığa göre büyük ve güçlü görünüyormuş. O da tayın sağ tarafına geçmiş ve tayı karaya çıkarmak için bir süre uğraşmışlar beraberce. Ama çabaları yine de sonuç vermemiş.
Bu sırada uçmakta olan güvercin ne yaptıklarını merak edip bir süre onları izlemiş:
“Arkadaşlar ne yapmaya çalışıyorsunuz?”
Zaten çok yorulmuş olan tavşan, alabalık ve kuğu bu soruya sinirlenmişler. Tay ise artık umudunu iyice kaybetmiş bir şekilde, güvercine cevap vermiş:
“Su içerken ayağım takıldı, göle düştüm. Kuğu, tavşan ve alabalık da beni kurtarmaya çalışıyorlar.”
“Ama böyle kurtaramazlar ki seni” demiş güvercin.
“Çok bilmiş seni. Ya nasıl kurtaracağız?” diye söylenmiş tavşan.
“Benim yardımımla” demiş güvercin.
“O nasıl olacak, sen de bizimle beraber itecek misin?” diye alaylı bir şekilde sormuş kuğu.
“Hayır. Sadece çok önemli bir sözcük söyleyeceğim.”
“Önemli bir sözcük mü?”
“Galiba büyülü bir söz biliyor güvercin” demiş tavşan küçümser bir ifadeyle.
“Evet belki de büyülüdür söyleyeceğim sözcük. Siz aranızda uyum olmadığı için boşuna uğraşıyorsunuz. Alabalık tayı denize çekiyor. Kuğu yukarı doğru itiyor. Tavşansa karaya çekiyor. Yani üçünüz de farklı bir yöne doğru gücünüzü harcıyorsunuz. Tabi bu yüzden de bir sonuç alamıyorsunuz. Gücünüzü aynı yöne yöneltirseniz, küçük tay kurtulur.”
Güvercin bunları söyledikten sonra “hoşçakalın” diyerek uzaklaşmış oradan.
Küçük tay gölden çıkarken dördü birden güvercinin ardından “güle güle” diye seslenmişler.
O sırada kendisini aramaya çıkan annesini fark eden küçük tay, ona doğru koşmuş ve olanları anlatmış.
Annesi yavrusunun arkadaşlarına teşekkür etmiş ve:
“Güvercinin kastettiği sözcük galiba ‘uyum’du” demiş.
Tavşan tek başına küçük tayı kurtaramadığına biraz üzülmüş, ama birlikte başarmanın tadını da aldığı için:
“Sadece uyum değil büyülü sözcük. Dostluk ve uyum” diye eklemiş.
Çarşamba, Nisan 08, 2009
Masal: Küçük Kız
Baron
Bir Varmis Bir Yokmus kucuk bir kiz varmis kucuk kizin babasi baska bir kadinlan annesini aldatmis kucuk kiz buyumus annesi ona babasi olmus deyince cok uzulmus sonra annesine babasindan mezarini sorunca annesi dusunmus? sonra tek tek herseyi soylemis kiz babasina gitmis annesiyle baristirmis ve mutlu bir aile olmuslar
Çarşamba, Nisan 08, 2009
SEDA’NIN BEZ BEBEĞİ
SEDA NIN BİR TANE BEZ BEBEĞİ VARMIŞ BU BEZ BEBEK BİR GÜN KAYBOLMUŞ SEDA BU DURUMA ÇOK ÜZÜLMÜŞ VE AĞLAMAYA BAŞLAMIŞ
VE ANNESİ DAYANAYIP TAMAM KIZIM DEMİŞ YARIN SÖZ ALIRIM DEMİŞ VE SEDA HAYIR BEN BUGÜN İSTİYORUM DİYE AĞLAMAYA BAŞLAMIŞ SEDANIN ANNESİ HAYIR KIZIM BUGÜN MUSAİT DEĞİLİM DEDİ DAHA YEMEK YAPMADIM. DEDİ .SEDA ODASINA GİDİP AĞLAMAYA BAŞLADI. VE ANNESİ DAHA YEMEK YAPMAMIŞTI ACELE ACELE YEMEK YAPMIŞTI VE O ARADA BABASI ZİLİ ÇALDI VE SEDANIN ANNESİ KAPIYI AÇTI. BABASI VE ANNESİ İLE SOFRAYA OTURDULAR , SEDA NIN BABASI SEDA NEREDE DİYE SORDU? ANNESİ BEZ BEBEĞİ KAYBOLDU BEN DE DAYANAMAYIP YARIN SÖZ ALIRIZ DEDİM. DAHA SONRA BEN BUGÜN MUSAİT DEGİLİM DEDİM , ODASINA ÇIKIP AĞLAMAYA BAŞLADI SEDA NIN BABASI SEDAYA SESLENEREK SEDA ÜSTÜNÜ GİYİN AŞAĞI GEL DEDİ SANA YENİ BEZ BEBEK ALACAĞIZ DEDİ SEDA BU DURUMA ÇOK SEVİNDİ VE ÜSTÜNÜ GİYİNİP AŞAĞI İNDİ. ANNESİ ÜSTÜNÜ GİYİNİP EVDEN ÇIKTILAR . DIŞARIDA YEMEK YEDİLER DAHA SONRA SEDA NIN BEZ BEBEĞİNE BAKTILAR VE BÜTÜN MAĞAZALARI GEZDİLER SONUNDA SEDA NIN BEZ BEBEĞİNİN AYNISNI BULDULAR SONUNDA BEZ BEBEĞİ ALIP EVE GİTTİLER SEDA O GÜN AKŞAM ANNESİNE YAPTIKLARINDAN DOLAYI ÇOK ÜZÜLMÜŞ,YAPTIKLARI İÇİN ANNESİNDEN ÖZÜR DİLEYEREK ONA SARILIP ÖPEREK İYİ GECELER DEYİP ODASINA ÇIKTI. DAHA SONRA YATTILAR, ONLAR ERMİŞ MURADINA BİZ ÇIKALIM KEREVETİNE SİZ SAKIN OLAKİ AİLENİZİ BU DURUMLARDA ÜZMEYİN.
SEDA NIN BİR TANE BEZ BEBEĞİ VARMIŞ BU BEZ BEBEK BİR GÜN KAYBOLMUŞ SEDA BU DURUMA ÇOK ÜZÜLMÜŞ VE AĞLAMAYA BAŞLAMIŞ
VE ANNESİ DAYANAYIP TAMAM KIZIM DEMİŞ YARIN SÖZ ALIRIM DEMİŞ VE SEDA HAYIR BEN BUGÜN İSTİYORUM DİYE AĞLAMAYA BAŞLAMIŞ SEDANIN ANNESİ HAYIR KIZIM BUGÜN MUSAİT DEĞİLİM DEDİ DAHA YEMEK YAPMADIM. DEDİ .SEDA ODASINA GİDİP AĞLAMAYA BAŞLADI. VE ANNESİ DAHA YEMEK YAPMAMIŞTI ACELE ACELE YEMEK YAPMIŞTI VE O ARADA BABASI ZİLİ ÇALDI VE SEDANIN ANNESİ KAPIYI AÇTI. BABASI VE ANNESİ İLE SOFRAYA OTURDULAR , SEDA NIN BABASI SEDA NEREDE DİYE SORDU? ANNESİ BEZ BEBEĞİ KAYBOLDU BEN DE DAYANAMAYIP YARIN SÖZ ALIRIZ DEDİM. DAHA SONRA BEN BUGÜN MUSAİT DEGİLİM DEDİM , ODASINA ÇIKIP AĞLAMAYA BAŞLADI SEDA NIN BABASI SEDAYA SESLENEREK SEDA ÜSTÜNÜ GİYİN AŞAĞI GEL DEDİ SANA YENİ BEZ BEBEK ALACAĞIZ DEDİ SEDA BU DURUMA ÇOK SEVİNDİ VE ÜSTÜNÜ GİYİNİP AŞAĞI İNDİ. ANNESİ ÜSTÜNÜ GİYİNİP EVDEN ÇIKTILAR . DIŞARIDA YEMEK YEDİLER DAHA SONRA SEDA NIN BEZ BEBEĞİNE BAKTILAR VE BÜTÜN MAĞAZALARI GEZDİLER SONUNDA SEDA NIN BEZ BEBEĞİNİN AYNISNI BULDULAR SONUNDA BEZ BEBEĞİ ALIP EVE GİTTİLER SEDA O GÜN AKŞAM ANNESİNE YAPTIKLARINDAN DOLAYI ÇOK ÜZÜLMÜŞ,YAPTIKLARI İÇİN ANNESİNDEN ÖZÜR DİLEYEREK ONA SARILIP ÖPEREK İYİ GECELER DEYİP ODASINA ÇIKTI. DAHA SONRA YATTILAR, ONLAR ERMİŞ MURADINA BİZ ÇIKALIM KEREVETİNE SİZ SAKIN OLAKİ AİLENİZİ BU DURUMLARDA ÜZMEYİN.
Salı, Nisan 07, 2009
YU Gi OH Sayısal Duellocu 2, çizgi film video, çizgi filmler, yeni çizgi film izle.